Yazın son günü de kopup gitti takvimden…
Ne fark eder ki diyebilirsiniz, her gün birbirinin devamı
iken… Bir kitabın, bir mevsimin, bir hikayenin sonunu yazmak buruktur. Yazın
son günü de aslında içinizdeki hikayenin de sonuna geldiğinizi fark etmek, bir
şehri terk etmek, inandığınız değerleri yıkmak ve köprüleri yakmak adına bir
sebeptir. Bir mevsim biterken aslında önünde kocaman ve siyah bir kış olduğunu
inkar etmek iste insan. Çay bahçelerinin boş sandalyelerine, artık yavaş yavaş
sessizliğe gömülen parklara, gecenin serinliğine alışır da, içindeki hikayenin
sonunun belki de çirkinliklerle yazılmasına alışamaz.
Her mevsimin ayrı bir güzelliği var lafı, en az her yaşın
ayrı bir güzelliği var lafı kadar yalandır. İnsanların gözünün içine baka baka
nasıl yalan söyler insan? Bu yalnızca kendini ve karşısındakini tesellidir.
Herkesin içinde yaşadığı sonsuz bir mevsim vardır. Kimileri ömrünü kara kışlara
teslim eder, kimilerinin ömrü de şakacı yazlarda geçer.
Bahar olmak güzeldir, yalancı değilseniz eğer.
Son olmak da güzeldir, hiç gitmeyecekseniz eğer.
Hayat koyduğunuz cam fanusun içinde durduğu gibi durmuyor. İnsanların
hayatlarından mevsimler çalmak, bir “hiçbir şey” lerle özetlenmiyor.
Fakat artık kimse bunları umursamıyor.
Deniz kenarları sessiz, bahçeler özensiz, parklar bomboş….çay
bahçelerinde çalan şarkılar, ıslak bir yağmur altında susmayı bekliyor.
İnsan hayatının bir yerinde, bir mevsimin sonuna geldiğini
yalnızca içindeki boşluğa baktığında anlıyor. Hesapların altında kurban
gittiğini, özensizce ve hoyratça birden bire fark ediyor. Bu saatten sonra da,
bütün bunların hepsini alt alta okuduğunuzda bir anda anlamsız bir harf
yığınına dönüyor. Kocaman bir hiç diyiveriyor insan, ne öfke, ne sevgi… Tıpkı
yazın bu son günü gibi. Sanki o yaz hiç yaşanmamış gibi, naftalinleyip
kaldırıyor eskilerini.
Eskimek başka şey, yaş almak başka…
Durduğu yerde eskiyen olmak ise bambaşka…
Bazı şeyler eskidikçe değerlenir oysa, eğer özünde kıymetli
bir şey varsa…
Artık kıymetsizliğini gördüğünüz, eskiyi saklamak demek, hayatınızı
çöpten kulelere terk etmek demek. Ki kimsenin hayatı değersiz değil…yazdıkları,
düşündükleri, sevdikleri çöplüğe terk edilecek kadar “önemsiz” değil…
Önemsiz olan, çiğliğin içinde yuvarlanan sadece insanlar…
Uzaktan yüzyıllık ağaç gibi duran, yanına vardığınızda
sadece öylece duranlardan olduğunu fark ettiğiniz, “hesaplı” insanlar…o kadar.
Sonbahar biraz daha kendini gösterdiğinde, ben burada olmayacağım.
Muhtemelen, yaprakların düşüşünü, artık iyiden iyiye ölgünleşen güneşi,
üşütecek kadar serinleşen havayı ve bir örnek kentin, bir örnek insanlarını
görmeyeceğim.
Bu sonbahar bir yaş daha ilerleyeceğim…İnkarın, ikrardan geldiğine
asla ikna olmayacağım, sukutun altın olduğuna ise kimse ömrümce beni
inandıramayacak. Sözleriyle var olur insan, yazdıkları, çizdikleri,
söyledikleriyle…Bütün kutsal kitaplar sözün kutsallığı ile başlar. Birbirinin
en yakını olanlar gün olur da birden bire bir “hiç” likle uyanırlar. Yalnızca
her mevsimin kıymetini bilene “hiç” bir şey olmaz.
Aklınıza bir filmin sahnesinden tuhaf bir yazın gelir:
“Yaz birmiş yazıt bırakmazsızın, dünya neşeyle esrik ama
yeterli değil. Sonsuz yaşamın himayesi ilgisiyle mest oldum, ikna oldum şansıma
ama yeterli değil. Hiçbir yaprak, asla sararmadı, hiçbir dal hoyratça kopmadı;
gün, cam gibi her şeyi yıkadı ama yeterli değil” (stalker)
Konuşmak, dinlemek anlamaya çalışmak köü değildir. Kötü olan insanları, mevsimleri ve nihayetinde koca bir hayatı geçiştirmektir. Her mevsimin ve her hikayenin bir hiçlikle ve çirkinlikle son
bulmaması dileğiyle..