26 May 2012

GÜN SARISI


Sarı bir zamanın suretine yazılmış, gün ışığına bulanmış, ay parçası, gündüz yıldızı bir öğleden sonra. Buğulu bir çiçek kokusu rüzgarın eteklerinde, neşeli bir yaz gününden bir yaz gecesine geçmeye hazırlanan yangın yeri misali bir gökyüzü…
Kışa dair tüm kırgınlıkları unutmuş, bütün yaralarını sarmış, kendini yeniden yaratmış yeryüzünün bağrında bir papatya tarlası uzanıp gidiyor. Aydınlık bir yol kenarı, buğulu bir sıcak.
Bütün kış toprağın altında sabırla bekleyen papatyalar neşeli kahkahalarla  rüzgarla oynaşıyor, alabildiğine uzanıyor göğün altında sapsarı bir renk, nerede bittiğini kestiremiyorum. Kendine dargın gözlere iyi gelen, bütün yaşanmışlıkları ısrarla unutturan bir aşkın içinde aynı tutkuyla açan sarı papatyalar.
Pek bir gönülsüz yanaşan, sonra yaktığı yere dönüp bakmaya tenezzül dahi etmeyen hercai menekşelere inat ayakta duran boynunu bükmeden, bağrını güneşe açan, cesur papatyalar.
Sarı sapsarı bir rüyanın içinde, güneşin koynunda fısıldaşıp duruyorlar. Öyle etrafı izliyorum, bulunduğum yüksekçe bir yerden.

İnsanın tenini yakıp kavuran güneş kadar sarı saçlarıyla bir kız görüyorum durduğum yerden.
Gülümsüyor papatyalara, ellerini üzerinde gezdiriyor, papatyalar ürperiyor rüzgardan. Saçlarını savurduğunda rüzgar daha bir ahenkli esiyor. Gün batarken, kızıla bürünürken gökyüzü bir kez daha kalbindekini düşünüyor. Bütün kırıklıklarını ve acıyı bir kenara bırakıp, güneşin tam orta yerinde, yorgun değil taze umutlarına bakıyor.
Bundan sonra söylenecek her sözün suya yazılan gibi boşyere olduğunu ve olacağını biliyor… Yalanlar o sır dolu maskesinden sıyrılıp önünde bütün çıplaklığıyla kaldığında, bütün sırları dökülüyor aynaların, mucizeler inanan kalp eskiyor. Bundan böyle kendinden başkasına inancı kalmıyor insanın.
O da sarılıyor kendine, kollarını açıp kendini sarıyor ve bırakıyor kendini sarı papatyaların arasına…Umursamıyor, bütün güzelliğini güneşe veriyor. Sıcak hava ruhunu üşütmüyor ve biliyor ki üzerine kalem oynatmaya dahi gerek olmayan ruhlara, kitabeler yazanlar asla kaybeden olmuyor.
Bencilliğinden sıyrılamamışsa insanoğlu yapacak bir şey kalmamıştır onlar için. Üzülmek de yersizdir..Herkes kendini bilir, içindekinin değerini kıymetini, kendinden vazgeçen bir ruh için yapacak bir şey yoktur.
Kendi yorulmuşluğunu bir yana bırakıp, severken yormadığını ve bundan böyle de yormayacağını biliyor. Güneşe gülümsüyor. Sarı papatyaların arasında, yalın ayak güneşe yürüyor…yanmaktan korkmadan yürüyor.

An gelir, bir yalan söyler insan kendine,unutur avutur kendini. Vucuttaki “incinme” bile bir süre sonra toparlar da iyileştirir kendini, acısı geçer. Korkunun krallığında üzerine alınıp yaşayanın ne duyduğunu, ne bildiğini, neden böyle davrandığını zerre bilmeden anlamadan, iki kelamı dahi çok görenin, selamsızlığını, acımasızlığını, küçük dünyasına tanrı olmaya soyunanın asla kendi karşısında çıplak kalamayacağını bilerek yürüyor güneşe. Yanmaktan korkmadan…
Omuzları, boynu terliyor sıcakta, şifon elbisesi sıcak rüzgarda dalgalanıyor.İnsanların acımasızlıklarını, hadsizliklerini, değersizliklerini asla anlamayacak…Sonuna kadar yaşayacak bütün tutkularını, bütün aşklarını, kimseye aldırmadan, o kendini biliyor, başkasını anlamaya çalışmadan…
Kötü bir söz yok içinde, bundan sonra da olmayacak.
Nefret, öfke, kızgınlık…yok.
Çünkü bunların hepsi bir insana yüklendiğinde, ömrünce peşinde sürükler edilen ahı. Ah etmeye dahi değmezdi, değmeyecek biliyor.

Güneş o kadar sıcak, o kadar şefkatli ki onun kollarına bırakıyor kendini. Sarı papatyalar ardında neşeli kahkahalarını bırakıyor.
Karşısında  yüreğiyle “dur”mayı ve konuşmayı  beceremeyen, neye olduğu belli olmayan öfkesiyle yanız kendini çıldırtan, neden diye soranı yanından uzaklaştıran, uzatılan eli havada bırakan, kendi ruhunun kışında yaşayanların hezeyanlarını taşıyamayacak kadar güzel, aydınlık ve umutlu bir ruha sahip.
Kendini, böylesi harcayamayacak kadar seviyor güneşi, aydınlığı ve sarı papatyaları.
İçindeki şarkının bittiğini biliyor.
Gün batıyor.

Ucu ateşe verilmiş bulutlarla yanan, kırmızı bir gökyüzünün altında papatyalar kendine kapanıyor. Sabahı bekleyecekler, her gece yeniden ölüp, her sabah yeniden doğacaklar. Güneş onları asla terk etmeyecek, yağmur boyunlarını bükmeyecek ve yana yana ilerlerken güneşe biliyor ki  insanoğlu asla tabiat kadar, bağışlayıcı, affedici ve kucaklayıcı olamayacak. Bir daha aynısı asla yaşanmayacak. Bir dal bile aynı rüzgarda iki kere sallanmaz, ötesi olmayacak.
Karşılıksız, beklentisiz ve masum bir sevgiyle bakarken sarı papatyalar size, zulmeden zalimlerden olup da bükerseniz boynunu, neşesini hüznünün ruhunu görmezden gelirseniz tabiatta size karşı adil ve bağışlayıcı olmayacaktır. Elleriniz, gözleriniz ve öfkenizle hırpalarken sizi sevenleri, yapılan haksızlık karşılıksız kalmayacak, hayat size kolay güzel ve güneşli olmayacaktır. Güneşi görmeden, küçük dünyalar yaratıp onların içinde, biat ile kendinizi yoracaksınız, uğruna feda etmeye kıyamadığınız her şey sizi kendi esaretinizin çıkmazında hırpalayacaktır.


Kopartılan ve fırlatılan üç günlük sahte çiçekler gibi harcanacak hayat. O zaman da kimse dönüp bakmayacak, kimsenin umurunda olmayacak..
Bir zaman da umurunda olduğunuz da güneşin sıcaklığıyla, içinde biten bir şarkı ile, güneşe dönecek yüzünü. Bütün hesaptan kitaptan, çıkar çatışmalarından uzakta bir yerde kalbini avutacak. Yalnız kendiyle avunacak insan, güneşin onu terk etmeyeceğini bilerek.