18 Tem 2011

Bir Temmuz Gecesinden

Yıldızların bizim için parladığını göremeyen gözlerimiz,
gün gelir kayan yıldızların gömüldüğü maziye kilitlenir...
 “M.M.

Ay sanki bir müzikalin içinden çıkmışçasına önümde, sıcak bir Temmuz gecesinden kalma, narin bir keman sesi geliyor, serin çamlığın arkasından. ardımda bıraktığım şehrin, günlük telaşlarında yaşarken, düşündüm seni.. Denizin tuzunda ve kokusunda ömrüm, ömrünün kıyısında büyüyor.  Duymadığın, bilmediğin, görmediğin ve hiç olamadığım kadar uzaktayım aslında. Kumsal uzanırken ayaklarımın altında, ay bütün sarhoşluğuyla rüzgarla yolluyor güzelliğini.  Ardımdaki hayat, denizin üzerinden bakıyor tüm hayaletlerime. Saat geç, her şey için çok geç bir vakit. Ama bu geç kalmışlık daha hüzünlendiriyor insanı.  Hüzünleri sevmem ben, çok daha uzaktadır gülümsediğim vakitler, bir yanında gerçekten kalan ne varsa, oraya yazılıyor bu yazılar da. Yazılardan umduğum medet, bir derdim var bin devaya değişmem dediğim bu cehennemden çıkıp geliyor. 
İnsan kendi duvarlarını bazen kendi elleriyle örüyor. “bizi hapse attılar, beni duvarların içine, seni duvarların dışına” der bir şair. İnanmam ben ona, mahpusluk en çok da gönüllü olursa yakar insanın canını. Şimdi, şu an şu arsız rüzgar ve şu dalgaların içli hışırtısı her şeyi unutturdu, ne geceye kalsın bu yazı ne de sabaha.. köpüklerle, dalgalarla akıp gitsin uzaklara.. yılların yorgunluğu düşsün üzerimizden, omuzumuzdaki yükler kalksın. Bir tek bu sahil, dalga geçercesine denizle oynaşan rüzgar ve bir bu deniz kalsın. Olmak istediğin insandan, olduğun insana, yaşadığından yaşamak istediğin hayata bir köprü kurulsun ve içimizdeki o anı artıklarını temizlenip, bu yaz gecesinde kaybolsun.  Şu gelen keman sesi,  kalp bir kere kırıldı mı hiçbir şeyi umursamaz diyen ve huzurun başlangıcı olduğunu iddia edenleri yalanlıyor.  Kalbin kırılması demek, hep kendi içine kanayan bir denizle var olmak demek.  Oysa bilirim ki o kırıklığı, düzeltmenin bir yolu yok, bir anlamı da yok, sonsuza kadar kendi içine kanayan bir kalp ile var olmak, bir bu gerçeklik kalacak.
Ay, denizin üzerine inmeye başladı, hayal edilemeyecek kadar güzel. Kumlar sıcak hala, uzakta bir yerlerde birileri ateş yakmış, sesleri geliyor buraya. Kalmak isteyen kalır kendi düzeninde ve hayatında. Duvarlar örerler, kimileri içerde, kimileri dışında… ama insanın ruhu ve varlığı dinlemez o duvarları da…dinlemez ve kendi gerçekliğinde yaşar…hayal ise hayaldir, gerçek ise gerçek. Oysa ki bu iki çizginin arası, geçilmeyecek görünmez sınırlar , tek bir bakışın, tek bir sesin ucunda parçalanır. Bütün kelimeler kanadı artık oysa. Uzaktaki o ateş, gelen mutlu insan seslerinin arasında, şarkıların arasında kaybolup gidiyor. Benim kelimelerin kalıyor kumların üzerinde, dalgalarla siliniyor sonra.
Özlemek değil bu, bu daha başka daha kuvvetli, daha yenilmez ve daha cesur. Sitem hiç değil. Adına ne denirse densin, bu ay, bu deniz  ve gece önümde ne kadar gerçek ise, bu da gerçek.  Ne inkar etmek, ne isyan etmek, ne de sitem etmek bu gerçekliği yok etmeyecek. Yazıktır, nafiledir, boşadır belki ama gerçektir bu yazı da.
En az şu denizin alınganlığı, narinliği kadar, yaz sonu hüzünlerinden arınma umudu kadar gerçektir. “Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar” işte o anların mesulüdür bu yazı da. Bilirim ki nafiledir.. takvim tutmaz bir iştir, bir “inceliksize” yazılmıştır, anlamsızdır, gülünçtür belki, belki korkakçadır ama hayal olamayacak kadar gerçek bir güzelliktedir. Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibi..
İnsanın içini kemiren o soru? Gerçekten nafile midir…kaygan kumların ılıklığı, ayın o geri dönüşümsüz parlaklığı ve yanan ateşin kokusu… “çok” demek bile, az kalıyor artık. ah bu çam kokusu…insanı sarhoş eden bir yaz gecesinin kıysında, nafile mi kalır bu yazı da?
Tanımam, bilmem, tenindeki kokudan daha güzel midir? Gözlerinin karanlığından daha mı siyahtır gök yüzü? Gecenin koynundan yazıldı bu yazı..
Sınırlarında dolaşıyorken, dahilikle delilik bu kadar yakın mıdır birbirine, bu dalgalar, bu çıldırtan gökyüzü, bu sonsuz rayiha…
Bilmem ki susmak daha mı iyidir? Birazdan kalkıp yürüyeceğim denizin eteğinden, hayal değil bu, en az varlığım, varlığın kadar gerçek.
Olsun varsın. Yokluğun denizle ve bu ay ile dolsun.. önümde duruyor, tüm çıplaklığıyla batmış bir şehir gibi, denizin altında bir ateş, başlamadan biten bir şarkı.
Çok zaman geçti oysa, sabrım yok benim yarınlara…akşamdan sabahlara… Bu gece bütün masalları dolaştın benimle.. kal yanımda. Ateşte unutulan fermanlar gibi…yazıldığında yakılan bütün kitaplar gibi…
Gitmek vaktidir şimdi, geceden sabahın koynuna…