27 Şub 2012

Vebali Eylül'de...

Sen yine sükûtunu giy.
Bir eylül akşamı yerlerde yaprak cenazeleri, ılık yağan bir yağmur ve sonsuz bir sukut. Beni içine almadan bu eylül, bütün kuytularımı gömdüm senin şehrine. Yazdığım her kelime bir akşam üzeri şarkısı sana uyu diye. Batık bir eylül gemisi gibi vurdum şehrin en aksi yerine. Kıyılarında dolaştığım bu eylül, diğerlerine hiç benzemiyor oysa. Tüm iyi niyetiyle, akşamın son ışıklarıyla insanları sarıp sarmalayan bu ılık yağmur, kopacak fırtınanın habercisi gibi geliyor, kimsenin bilmediği bir dilde...Ilık bir yağmur yağıyor ve ılık bir kan sızıyor gecenin bir yerinden. İnsanların yüzlerinden, yüzsüzlüklerinden kirleniyorsun sen de ben de..Ne ironidir insanlara dünyanın haberini taşımış insan "haber" siz kalıyor, kendinden, geleceklerden, onlardan, bizerden, sizlerden,senden..
Gece taşıyor aynı şehri aynı sabaha, oysa ben bir körebe gibi hem seni hem kendimi arıyorum eylül ışıklarının altında. Tek bir kelimenin altına sığınmış bir şiir gibi olamamnın, tek olamanın, siz değil sen olamamamın Eylülü bu bahar.Eylülsüz bir sonbahar neyse, insansız kalmış bir şehir de o..
Sen yine sükûtunu giy.
Ben gece yarısı ışıklarının arasından, aralanmış bir perde gibi geçerken zaman, sonbaharın rüzgarlı eteklerini savuşturan telaşını her mevsim yerlere dökülen yaprak cenazelerini gördüm. Daha ilk günden hem de eylülden geçtim bugün. Eylül kalır mı dersin benle?Bir de dokunup da durdurabilsem nabzımda attığın yeri..
Eylül, ılık yağmurlarını dökerken tenime, ağustos sıcağından mayıs sıkıntısına, bir şizofren yasını geride bırakmışken, bir büyük şairin dizeleri takılıyor dudağıma : "Sonbahar sarsıntılarla gelir, dipten ve derinden; dağılır sis yelkenlileri ederli eylül gemilerinden"
O kederli Eylül gemileri, her sonbahar hayaleterini gezdirirken üzerimde ve işte fark ettim ben de..Söylenmemiş tek bir kelimem bile kalmadı geride. Vebali Eylül'de.

5 Şub 2012

KAR KARANLIK

Zemherinin ortasında
hatırlamak üzerine bir yazı…


“Kim bağışlayacak gözlerinizi, kim bağışlayacak?
Kim bağışlayacak bu unutuşları? Kim, kim, kim….”

Kalbiniz için kelimeler getirdim, kendi sessizliğinden boğulan kelimeler, birikip birikip de yatağına varamayan nehirler gibi..Neyi eksik yazdım, neyi yanlış söyledim, üzdüm mü sizi?
Üzülmeyin, kimsenin sevemeyeceği kadar çok sevdim sizi, renginizi, gözlerinizi, unutkanlığınızı, var oluşunuzu, hatırladıklarınızı veya hatırlamadıklarınızı…
Unuttukça eksilirsiniz, bir hayal misali yaşıyorum evet, o yüzden hatırlamanız da zor olsa gerek..

Hatırlamak “Hatır” dan gelir, hatır “hatıradan”.. Hatır yoksa, hatıra da yoktur zaten..

“unutmak, yıldızların ciğerine saplanan
bir lâle yaprağına gömmektir sevgiliyi ve unutulursa şair, sen de unutulursun”

Artık ölü şairlerin sözleri de kurtarmaz bizi… Zemheride kor ateşlerin ortasında yaksam bu yazıyı, zerre damlamaz kanım, zerre acımaz içim çünkü ne hatırlanmak ne unutulmak umurumda… Umurumda olan yalnız gözlerinizin o acı kahve, buruk tadı, çünkü o tat ruhumda kaldı.

Ne uzun bir yol var bu yazıda, ne bir terk edilişin acısı, ne de kara kışın ortasında hatırlanamama sancısı. Karlı bir gecenin sabahı unutmak için iyi bir vakit değil. Yoksa üşümüyor musun artık? Kelimelerim ısıtsın içini ki benim kelimelerim ucu yontulmuş çakıl taşları gibi kalbini kanatmaz, zerre etmez sitem…
Bir hayali yazmak, onu yaşamaktan daha kolaydır, doğrudur. Kendimi hatırlatacak kadar cesur olamadım hiçbir zaman. Bir aşkı öldürmek bir acıyı öldürmekte daha kolaydır. iki kelimeyi bir araya getiremez insan bazen, tutulur kalır. Oysa artık hiç anlayamadığım kadar iyi anlıyorum..Olur ya, yazmak gibi olmamıştır hiç konuşmak. Bazen istemediğimiz şeyleri söyleriz, bazen düşündüğümüzle konuştuğumuz birbirini tutmaz. Laf ağızdan çıkar bir kere artık…gerisi, iyilik, güzellik, sağlık …
Neden sır gibi saklar kendini insan, neden kollarını onu sevenden sakınır, anlayamadığım bir tek bu kaldı sanırım.

Şimdi bu harf yığını, karşılıklı edilen bir çift kelamın yerini tutmaz, tutmadı, tutmayacak..
Kar karanlık… “mahsuzcuktan unutmuş” bizi, tüm yeryüzünü yakıyor dışarıda.
Hatırlasana o insanların, dilleriyle, gözleriyle, sözleriyle soldurduğu hikayeyi. Hatırlasana, geceden sabaha hayatı çekiştirdiğimiz saateri.
Hatırlasana nasıl incitmekten ölesiye korktuğum bir çocuğa baktığım gibi sana bakan gözlerimi..
Hatırlasana bir sana söylemeye çekindiğim, ama senin şıp diye anladığın kelimelerimi.
Hatırlasana olmazlarımızı…
Hatırlasana “harika” olanı…
Hatırlasana olmazlar olur yapmaya yeteneksizliğimizi..
Hatırlasana sevmekteki acemiliğimizi…
Hatırlasana dokunmaya korkan, ürkek bedenimizi..
Hatırlasana bize her zaman açık olan o kapıları..
Hatırlasana “müsaitsizliğimizi”…
Hatırlasana nasıl özen göstererek “sevemediğimizi”..
Hatırlasana ne çok üşüdüğümüzü..
Hatırlasana benim balıklarını ne çok sevdiğimi ;)

Ve hatırlamasana o günü… Mahsuzcuktan oynadığım oyunlar yaktı çok canımı..
Hatırlasana “herkes gibisin” diye yalan söylediğim o günü.. Asla herkes gibi olmadın, keşke herkes olsaydı senin gibi..

Unutmak, benim gibi lanetli ruhlara bahşedilmiş bir lütuf değil. Yolda yürüyorum bazen kalabalıkların arasında, yüzünü arıyorum, insanların yüzlerinde, bir kere daha ne zaman görürüm, belki şu an arkamda yüyüyen insanların içinde, belki uyuyor, belki gülüyor… Güzel bir şarkı duyduğunda, güzel bir film seyrettiğinde, güzel bir haber aldığında paylaşamamanın hüznünü duydun mu hiç içinde?
Hiç o kafeye gidip de sırf yalnızlığın anlaşılmasın diye kendine defalarca kahve ısmarladığın oldu mu?

Hiç yazdıklarıma susmayıp da haykırmak istediğin oldu mu? Sen hiç birilerine böyle yazılar, şiirler yazdın mı?

Hiçbir insanı yaşarken öldürdüğün oldu mu, her an gülümseyerek kapından içeri girebilecek yakınlıkta olup da, bir adım atsa arkanı dönüp çekip gidebileceğin..
Kimi sevmekten bu kadar korktun?
Kim bu kadar sevdi seni?
Hayatını kime ithaf ettin…

kar yağıyor, kar karanlık…

Olmazı olur yapmak insanın işi..kimse kadere yada dünyaya yüklemesin bu işi..ne çin işi, ne Japon işi, bir insanın kanayan yarasını görüp de ona merhem olamamak, şu yağan kar kadar karanlık.

O karanlık kalkmadan, hatırlasak ne, unutsak ne?