11 Eki 2011

YOL ARKADAŞI

Ve insansız kalır şehir…
Gözden ırak olan gönülden ırak olmaz
Tek satırlık ömrüm
ömrüne sığmaz..
Gittin ya..
İnsansız kaldı şehir..
Suskun biraz da..
Susuz bir nehir,
Artık ömrüm…
ne yarın
ne bugün
ne de dün…
gittiğinde durdu zaman,
sustu ömrüm…
sesin de yok,
oysa uzakta değil doğduğum gün,
yani yaş otuz,
yani bir varız aslında
bir yokuz..

susarak çoğalanlardan,
konuşarak azalanlara…
sessizliğiyle övülüp,
sözüyle hor görülüp,
yalnızlığına gömülenlerden,
daha mı kalabalık,
daha mı çokuz…

acemi mevsimlerden,
acınası bir son bahara geçiyoruz..
adresini kalbinde taşıyan insanlardan,
kabahatini bilmeden af dileyenlerden,
hayalinin peşinde koşanlara,
saf diyenlerden,
yüzüne değil arkasından laf edenlerden,
o kadar çok bahsettim ki…
bizi anlatmak isterken..
yani seni
yani beni….
Göremediğim o gözleri,
Dokunamadığım o teni,
Unuttum…
Ve unutmamak için sadece sesini,
Her yol da her yolculukta,
Bambaşka biri olma duraklarında,
Bir şiir verdim yanına..
Yol arkadaşı..

Uzak ülkelerde ,
Bir tanıdık bakışı..
Savaş gören şehirlerden,
Ayın ışıldadığı gecelerden,
Uykulu şehirlere inerken,
Bir can yoldaşı…
Hiçbir yağmur yıkayamaz artık,
Ellerimdeki kanı…
Üzdüm bilirim, ne yapsam olmayacak,
Kalmadı hiçbir şeyin eski tadı..

Giderken bıraktığın aynalarda,
Döndüğünde göreceğin adam,
Şimdiden başladı yalnızlığın…
Bil ki kalbim bileklerinde atar.
Sesim, kelimelerim olur
Gelir yanında yatar…
Belki de güz yollarında,
ağaçlardan düşen yapraklar gibi,
Oturur yanına,
Yalnız gözlerine bakar,
Kim bilir belki de :

“ve biz gene yıldızlara bakarız
ve yine yıldızlar bize bakar”
Özge’11 Ank

18 Tem 2011

Bir Temmuz Gecesinden

Yıldızların bizim için parladığını göremeyen gözlerimiz,
gün gelir kayan yıldızların gömüldüğü maziye kilitlenir...
 “M.M.

Ay sanki bir müzikalin içinden çıkmışçasına önümde, sıcak bir Temmuz gecesinden kalma, narin bir keman sesi geliyor, serin çamlığın arkasından. ardımda bıraktığım şehrin, günlük telaşlarında yaşarken, düşündüm seni.. Denizin tuzunda ve kokusunda ömrüm, ömrünün kıyısında büyüyor.  Duymadığın, bilmediğin, görmediğin ve hiç olamadığım kadar uzaktayım aslında. Kumsal uzanırken ayaklarımın altında, ay bütün sarhoşluğuyla rüzgarla yolluyor güzelliğini.  Ardımdaki hayat, denizin üzerinden bakıyor tüm hayaletlerime. Saat geç, her şey için çok geç bir vakit. Ama bu geç kalmışlık daha hüzünlendiriyor insanı.  Hüzünleri sevmem ben, çok daha uzaktadır gülümsediğim vakitler, bir yanında gerçekten kalan ne varsa, oraya yazılıyor bu yazılar da. Yazılardan umduğum medet, bir derdim var bin devaya değişmem dediğim bu cehennemden çıkıp geliyor. 
İnsan kendi duvarlarını bazen kendi elleriyle örüyor. “bizi hapse attılar, beni duvarların içine, seni duvarların dışına” der bir şair. İnanmam ben ona, mahpusluk en çok da gönüllü olursa yakar insanın canını. Şimdi, şu an şu arsız rüzgar ve şu dalgaların içli hışırtısı her şeyi unutturdu, ne geceye kalsın bu yazı ne de sabaha.. köpüklerle, dalgalarla akıp gitsin uzaklara.. yılların yorgunluğu düşsün üzerimizden, omuzumuzdaki yükler kalksın. Bir tek bu sahil, dalga geçercesine denizle oynaşan rüzgar ve bir bu deniz kalsın. Olmak istediğin insandan, olduğun insana, yaşadığından yaşamak istediğin hayata bir köprü kurulsun ve içimizdeki o anı artıklarını temizlenip, bu yaz gecesinde kaybolsun.  Şu gelen keman sesi,  kalp bir kere kırıldı mı hiçbir şeyi umursamaz diyen ve huzurun başlangıcı olduğunu iddia edenleri yalanlıyor.  Kalbin kırılması demek, hep kendi içine kanayan bir denizle var olmak demek.  Oysa bilirim ki o kırıklığı, düzeltmenin bir yolu yok, bir anlamı da yok, sonsuza kadar kendi içine kanayan bir kalp ile var olmak, bir bu gerçeklik kalacak.
Ay, denizin üzerine inmeye başladı, hayal edilemeyecek kadar güzel. Kumlar sıcak hala, uzakta bir yerlerde birileri ateş yakmış, sesleri geliyor buraya. Kalmak isteyen kalır kendi düzeninde ve hayatında. Duvarlar örerler, kimileri içerde, kimileri dışında… ama insanın ruhu ve varlığı dinlemez o duvarları da…dinlemez ve kendi gerçekliğinde yaşar…hayal ise hayaldir, gerçek ise gerçek. Oysa ki bu iki çizginin arası, geçilmeyecek görünmez sınırlar , tek bir bakışın, tek bir sesin ucunda parçalanır. Bütün kelimeler kanadı artık oysa. Uzaktaki o ateş, gelen mutlu insan seslerinin arasında, şarkıların arasında kaybolup gidiyor. Benim kelimelerin kalıyor kumların üzerinde, dalgalarla siliniyor sonra.
Özlemek değil bu, bu daha başka daha kuvvetli, daha yenilmez ve daha cesur. Sitem hiç değil. Adına ne denirse densin, bu ay, bu deniz  ve gece önümde ne kadar gerçek ise, bu da gerçek.  Ne inkar etmek, ne isyan etmek, ne de sitem etmek bu gerçekliği yok etmeyecek. Yazıktır, nafiledir, boşadır belki ama gerçektir bu yazı da.
En az şu denizin alınganlığı, narinliği kadar, yaz sonu hüzünlerinden arınma umudu kadar gerçektir. “Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar” işte o anların mesulüdür bu yazı da. Bilirim ki nafiledir.. takvim tutmaz bir iştir, bir “inceliksize” yazılmıştır, anlamsızdır, gülünçtür belki, belki korkakçadır ama hayal olamayacak kadar gerçek bir güzelliktedir. Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibi..
İnsanın içini kemiren o soru? Gerçekten nafile midir…kaygan kumların ılıklığı, ayın o geri dönüşümsüz parlaklığı ve yanan ateşin kokusu… “çok” demek bile, az kalıyor artık. ah bu çam kokusu…insanı sarhoş eden bir yaz gecesinin kıysında, nafile mi kalır bu yazı da?
Tanımam, bilmem, tenindeki kokudan daha güzel midir? Gözlerinin karanlığından daha mı siyahtır gök yüzü? Gecenin koynundan yazıldı bu yazı..
Sınırlarında dolaşıyorken, dahilikle delilik bu kadar yakın mıdır birbirine, bu dalgalar, bu çıldırtan gökyüzü, bu sonsuz rayiha…
Bilmem ki susmak daha mı iyidir? Birazdan kalkıp yürüyeceğim denizin eteğinden, hayal değil bu, en az varlığım, varlığın kadar gerçek.
Olsun varsın. Yokluğun denizle ve bu ay ile dolsun.. önümde duruyor, tüm çıplaklığıyla batmış bir şehir gibi, denizin altında bir ateş, başlamadan biten bir şarkı.
Çok zaman geçti oysa, sabrım yok benim yarınlara…akşamdan sabahlara… Bu gece bütün masalları dolaştın benimle.. kal yanımda. Ateşte unutulan fermanlar gibi…yazıldığında yakılan bütün kitaplar gibi…
Gitmek vaktidir şimdi, geceden sabahın koynuna…

21 Mar 2011

KAYIP ŞEHİRLERE YAZILAR

Bir şehir yıkıldı bugün içimde…
İnsanlarıyla, binalarıyla, anılarıyla… Yakıldı büyük ağıtlar, parçalanan insanlarıyla. Acının, yoksulluğun hiç terk etmediği doğu coğrafyasında düşen şehirler gibi..Merhametsiz tiranların köşe başlarını tuttuğu, doğan güneş misali medeniyetin  yükseldiği şehirler gibi…
Bir şehir düştü bugün.

Zafer kazandığını iddia eden, kendi halkını da kazandığını sandığı o zaferin içinde heba eden diktatörler misali..
Bu hafta nevruz.. Yeni gelen baharın habercisi aynı zamanda..kendi yarasını kanatan, kanlı bir bahar mı gelen..
Kim dost kim düşman?
Kim gerçek, kim yalan?
Hepsinin cevabı bulunmuştur artık..

Tırnak içinde büyük harfli “İNSAN” olmak gerek bu hayatta..Unvanlar, sıfatlar, verilen payeler geri alındığında,“İNSAN” ın  insanlığından bir şey kaybolmaz ise; her sıfatta her küçük harfli “insan”ı “İNSAN” yapmaz.
Yaptığın hataları yüzüne vurup, bağırandan kokma derler ya…
Sabrımın sonuna gelmiş olsam da bazen, cam kırıkları gibi ağzıma doluşsa da bütün kelimeler ben bağıramam..önce tartarım değer mi diye..karşımdaki öfkemi hak eder mi ,“İNSAN” mı diye..İnsanların aralarında konuşmaya çekindiklerini, gün gelir başkaları onların yerine konuşur.

Zordur insanın mert duruşlar sergilemesi bazen…
Bunun yanında devrik diktatörler misali, öfke saçmakta aczinizin başka bir kanıtıdır.
Çünkü tiranlık kurup öfke tohumları saçarsanız dört bir yana, yanınıza kimseyi yanaştırmazsanız, sizi sevenlere kapınızı kapatırsanız, gün gelir o yanlış hesap döner bir yerlerden.

Çok popüler bir dizideki malum replik gibi bir gün“koltuk sallanır” , işte o gün küstürdüklerinizin,  gün gelip de sizi tutabilecek insanlar olabileceği ihtimalini unutmayın.
İyi gün dostları çok olur çevrede, bu tür zamanlarda insan sormalı kendine… Güvenerek arkamı döneceğim kaç kişi var etrafımda…yada güvenini yitirdiğim.. bu önemli bir sorudur.

Yani diyeceğim o dur ki; doğu coğrafyasında yaşananlar gibi, o acımasız tiranlar gibi öfke eken, gün gelir yine öfke biçer…
İyi dileklerle kapınıza gelenler döndürmemeniz için bir vesile olur bu yazı. Dileriz bu sancılı süreç bir son bulur.
İyi dilekler ve temennilerle herkes için aydınlık bir yol olur.

KAR MASALI

Bir kar masalıdır tanrının yazdığı yeryüzüne.. Bağışlayıcı ve affedici sessiz bir sükun ile yağar insanın yüreğine.. Bakın neye benziyor “ateş” ile anlaşmaları. Kar düşüncelidir, ateş sabırsız. Kar adaletlidir, ateş tutkulu..Kar yolları kapar, ateş ise o ...yolları yakar.. Kar hesap eder, ateş yaşar. Kar güneşe boyun eğmez, güneş  karı umursamaz..Her biri ayrı hükümranlıklarda yaşar. Yan yana dursalar da, hayat hikâyeleri hiç kesişmez, birbirlerini gördüklerinde sessizce yürüyüp geçerler birbirlerine bakmadan. Birbirlerine ne kadar yaklaşırlarsa o kadar yok olacaklarını bililer çünkü.Kar güneşe boyun eğmeyecek, güneş ise karın yoluna çıkmayacak. Böyle sürüp gidecek döngü, kendi adaletiyle..Birlikte var olamamanın sancısını çekecekler sonsuza kadar. Bir mevsimlik hayatları yarı yolda bırakan kar, beyaz bir örtü misali sardı dört bir yanı.. Dürüst yalansız, bembeyaz bir cesaretle, olduğu gibi yağıyor üzerimize. Kar kadar olamadık değil mi, oysa güneş gibi hiç değiliz.. Affetmek bu kadar zor olmasa gerek, yeryüzünün günahlarını.. Çünkü kar hepimizin günahlarını örten, gökten her yere eşit inen bir adaletle yağıyor ve bununla beraber pişmanlıklarını, yarımlıklarını insanın suratına vuruyor. geceyi bir anda büyülü bir masala çeviriyor. Kar tozu, peri tozları gibi ayın aydınlığıyla simlere boyuyor toprağı. Kar tanelerinin bitmek bilmez çılgın dönüşleri, ağaçların yapraklarıyla sevişiyor. Geceyi aydınlatan simli sokaklarda, onu lekeleyen,ne bir insan sesi, ne bir mahluk izi..Yalızlığından vuruyor, yalnızlığıyla vuruyor.. Ne güneş, ne hanımeline karışmış yasemin çiçeğinin kokusu, ne uzanıp giden bir sahil ne de sıcağın insanın kanını deliye çeviren sabırsız tutkuları. Sessiz bir dervişin, kaderini kabullenişi  gibi yağıyor kar üzerimize..Kendi masalını yazıyor, kendi hayat hikayelerimizde. Aslında tanrının yazdığı bir masaldır kar, yeryüzündekilere. ö.z. 10'Aralık/Ank

19 Mar 2011

"Ama insandı o.
Ümitlerini, sevdalarını ve en önemlisi mutluluğunu tek bir insan bağlamayacak kadar ‘akıllı’ olmalıydı.
Yaşanmamışlığın acısı umurunda olmamalıydı. İnsanlara ve onların gerekli gereksiz tüm nidalarına ayak uydurmalıydı.
Mabetlerde ilelebet tutsak kalınmalıydı, dışarıdaki eflatun çiçeklereyse uzaktan bakılmalıydı.
Güzel olan haklı olan her şey;
Güzelliğine ve haklılığına rağmen,
Ne olduğu bellisiz bir vurgunun ortasında bırakıldı.
Ve ‘yaşa’ denildi. Güzellik için haklılık için, aşk için belki.
Velhasıl kural bozulmadı.
Biz bozulacağını ümit ettik.
Önemli olan ne gitmenin ne kalmanın verdiği zorluktu. Önemli olan bir aşk vardı, bir o kaldı geriye.."

15 Şub 2011

ONDÖRDÜN VE YILDIZ

Ayın ondördü gibi aydınlık olsun umutlarınız..
Ayın ondördü gibi mağrur, güzel bir ay doğsun gecenize..
*
Bütün kitapları yakmalı, aşk üzerine ne söylenmişse yalandır der bir şair.
Kaç asır şiirlerle geçti, kaç asır şarkılarla…
Kandırdılar bizi büyük bir yalanın içinde…
Sevdayı günlere, aylara böldük, sonra da bir tüketim çılgınlığının içinde kaybolduk.
*
Çıkıp da gerçek olan bir insanın ruhundaki aydınlığı, diğerinin karanlığına dönüştürmesidir diyemedi kimse. Hangi tarafta durduğunuza siz karar verin. Zulmedilen mi, zulmeden mi? Zulmettiğiniz sürece sevilirsiniz. Hakikat budur.
*
“Mutlu aşk yoktur der” Aragon, peki mutlu aşık var mıdır bir tek?
Ne insanlar gördüm “insansızlıkların” arasında insan kalmaya çalışan..
Ve ne insanlar gördüm, kendi insafsızlıkları tarafından boğulan.
Ayın ondördü bugün ve öyle güzel bir ay var ki gökte, yalnız ve denizin üzerinde parlamakta, çelik ışıltısı asfalta ve önümde uzanan denize vurmakta, kurşuni bir yalnızlık onunkisi tarife değmez.
Oysa yıldızlar öyle midir?
Hiç yalnız yıldız gördünüz mü? Tek başına en tepede parlayan? Yıldızlara yakışır davranmak gerek hayatta da, mağrur ama asla kibirli değil. İnce ama kırılgan değil. Kendini göstermemek için, bulutların arkasına saklanan, belki de uzakta olmak zorunda olsa dahi uzaktaymış gibi görünmeyen.
*
Bir yıldızın dünyaya göz kırpmadan evvel, milyonlarca ışık yılı öncesinde ölü olup olmadığını nereden bilebilirsiniz?
Yeryüzündeki insanlar yıldızlara aşık gezerken, bilemezler aslında onların ölü olup olmadığını. Başkalarının kurallarıyla kendilerini boğup boğmadıklarını, büyük amaçlar uğruna nasıl da her şeyden vazgeçebildiklerini, kendi arzularına nasıl uzaktan baktıklarını, gerçek olana dahi hayal diye uzanamadıklarını.
Buz gibi bir denize bakarken ve ayın o çelik ışıltısı denizin üzerine dans edip dururken, saplanıp kalırsanız işte bütün gece benim gibi bir tek yıldızın güzelliğine, kelimeler de kifayetsiz kalır yazının sonuna gelindiğinde.
*
Ayın ondördü gibi bir ay var gökte ve tek bir yıldız, bütün sevenlerin kalbinde.


Ondördün ve Yıldız

ONDÖRDÜN VE YILDIZ

Ayın ondördü gibi aydınlık olsun umutlarınız..
Ayın ondördü gibi mağrur, güzel bir ay doğsun gecenize..
*
Bütün kitapları yakmalı, aşk üzerine ne söylenmişse yalandır der bir şair.
Kaç asır şiirlerle geçti, kaç asır şarkılarla…
Kandırdılar bizi büyük bir yalanın içinde…
Sevdayı günlere, aylara böldük, sonra da bir tüketim çılgınlığının içinde kaybolduk.
*
Çıkıp da gerçek olan bir insanın ruhundaki aydınlığı, diğerinin karanlığına dönüştürmesidir diyemedi kimse. Hangi tarafta durduğunuza siz karar verin. Zulmedilen mi, zulmeden mi? Zulmettiğiniz sürece sevilirsiniz. Hakikat budur.
*
“Mutlu aşk yoktur der” Aragon, peki mutlu aşık var mıdır bir tek?
Ne insanlar gördüm “insansızlıkların” arasında insan kalmaya çalışan..
Ve ne insanlar gördüm, kendi insafsızlıkları tarafından boğulan.
Ayın ondördü bugün ve öyle güzel bir ay var ki gökte, yalnız ve denizin üzerinde parlamakta, çelik ışıltısı asfalta ve önümde uzanan denize vurmakta, kurşuni bir yalnızlık onunkisi tarife değmez.
Oysa yıldızlar öyle midir?
Hiç yalnız yıldız gördünüz mü? Tek başına en tepede parlayan? Yıldızlara yakışır davranmak gerek hayatta da, mağrur ama asla kibirli değil. İnce ama kırılgan değil. Kendini göstermemek için, bulutların arkasına saklanan, belki de uzakta olmak zorunda olsa dahi uzaktaymış gibi görünmeyen.
*
Bir yıldızın dünyaya göz kırpmadan evvel, milyonlarca ışık yılı öncesinde ölü olup olmadığını nereden bilebilirsiniz?
Yeryüzündeki insanlar yıldızlara aşık gezerken, bilemezler aslında onların ölü olup olmadığını. Başkalarının kurallarıyla kendilerini boğup boğmadıklarını, büyük amaçlar uğruna nasıl da her şeyden vazgeçebildiklerini, kendi arzularına nasıl uzaktan baktıklarını, gerçek olana dahi hayal diye uzanamadıklarını.
Buz gibi bir denize bakarken ve ayın o çelik ışıltısı denizin üzerine dans edip dururken, saplanıp kalırsanız işte bütün gece benim gibi bir tek yıldızın güzelliğine, kelimeler de kifayetsiz kalır yazının sonuna gelindiğinde.
*
Ayın ondördü gibi bir ay var gökte ve tek bir yıldız, bütün sevenlerin kalbinde.

Ondördün ve Yıldız



ONDÖRDÜN VE YILDIZ



Ayın ondördü gibi aydınlık olsun umutlarınız..

Ayın ondördü gibi mağrur, güzel bir ay doğsun gecenize..

*

Bütün kitapları yakmalı, aşk üzerine ne söylenmişse yalandır der bir şair.

Kaç asır şiirlerle geçti, kaç asır şarkılarla…

Kandırdılar bizi büyük bir yalanın içinde…

Sevdayı günlere, aylara böldük, sonra da bir tüketim çılgınlığının içinde kaybolduk.

*

Çıkıp da gerçek olan bir insanın ruhundaki aydınlığı, diğerinin karanlığına dönüştürmesidir diyemedi kimse. Hangi tarafta durduğunuza siz karar verin. Zulmedilen mi, zulmeden mi? Zulmettiğiniz sürece sevilirsiniz. Hakikat budur.

*

“Mutlu aşk yoktur der” Aragon, peki mutlu aşık var mıdır bir tek?

Ne insanlar gördüm “insansızlıkların” arasında insan kalmaya çalışan..

Ve ne insanlar gördüm, kendi insafsızlıkları tarafından boğulan.

Ayın ondördü bugün ve öyle güzel bir ay var ki gökte, yalnız ve denizin üzerinde parlamakta, çelik ışıltısı asfalta ve önümde uzanan denize vurmakta, kurşuni bir yalnızlık onunkisi tarife değmez.

Oysa yıldızlar öyle midir?

Hiç yalnız yıldız gördünüz mü? Tek başına en tepede parlayan? Yıldızlara yakışır davranmak gerek hayatta da, mağrur ama asla kibirli değil. İnce ama kırılgan değil. Kendini göstermemek için, bulutların arkasına saklanan, belki de uzakta olmak zorunda olsa dahi uzaktaymış gibi görünmeyen.

*

Bir yıldızın dünyaya göz kırpmadan evvel, milyonlarca ışık yılı öncesinde ölü olup olmadığını nereden bilebilirsiniz?

Yeryüzündeki insanlar yıldızlara aşık gezerken, bilemezler aslında onların ölü olup olmadığını. Başkalarının kurallarıyla kendilerini boğup boğmadıklarını, büyük amaçlar uğruna nasıl da her şeyden vazgeçebildiklerini, kendi arzularına nasıl uzaktan baktıklarını, gerçek olana dahi hayal diye uzanamadıklarını.

Buz gibi bir denize bakarken ve ayın o çelik ışıltısı denizin üzerine dans edip dururken, saplanıp kalırsanız işte bütün gece benim gibi bir tek yıldızın güzelliğine, kelimeler de kifayetsiz kalır yazının sonuna gelindiğinde.

*

Ayın ondördü gibi bir ay var gökte ve tek bir yıldız, bütün sevenlerin kalbinde.

24 Oca 2011

PASLI BİR KARNAVAL

"I'd stay the hand of god, but the war is on your lip,
I choose the way to go, but the road won't set me free
The day will die tonight and there ain't no exception,
We shouldn't wait for nothing to wait for,
Our time is waiting right outside your door
And maybe tomarrow is a better day"

Kötü sözler dolanıyor dilimin ucunda günlerdir. Günlerdir, usul, aydınlık bir yağmur yağsın da o sözler yağmura karışıp gitsin diye bekliyorum. Kötü müsveddelere ayrık şiirler karalıyorum. Anlayacağınız artık sabrımın sınırlarında dolanıyorum.
Paslı bir hatıratın arasından görüntüler çıkıp çıkıp geliyor yanıma günlerdir. İçinde bir kişilik yer boşalan bir hikaye yazıyorum, öznesini kendime yoruyorum, yüklemi oluyorum. Yüklemini bir başkasına yoruyorum, nesnesi ben oluyorum. Bunların hepsi içimde gizlenmiş o yağmuru geciktirmekten başka bir işe yaramıyor. Ertelenen her an aslında, bir başkasının hesabına yazılıyor.
Bir gülümseme, dostça bir dokunuş, ya da hatır soran içten bir kelime aslında yağmur misali tüm izleri siler. Ne sitemdir bunun adı ne ahde vefa.. Ne iyiliğimi gördünüz ki, vefanızı ölçeyim, ne kötülüğümü gördünüz ki öfkenizi biçeyim. Ne kendi karanlığımla bir başkasını yormaktır niyetim, ne başkasının karanlığında kendimi yormak.
Renkler kanadığında ben orada değildim. Görmedim mavinin daha önce bu kadar güzel olabildiğini, kahverengiyi silik bir renk olarak bilirdim,  aciz bir resmiyet çabası içinde içerisinde bütün renkler kanar oysa ki.. Tanrı rolüne soyunup, insanları kendi renklerinden güzelliğinden soğutanları tanıdım da hiç bu kadar baskın bir griyi daha önce görmedim.
“Tanrıyı ve insanları deneme” der ünlü bir filozof. Hele de tanrı kadar yalnız olanları.
Günlerdir kalemime kan dolanıyor da sabredemiyorum bir türlü. Bir yağmur yağsa da, mürekkebini kandan alan kalemimi yıkayıp, kendi sessizliğine bulasın istiyorum. Birileri o yağmuru tebessümleriyle çağırsın istiyorum. “Poseidon’un o denizleri, yıkayabilir mi ellerimi, yıkayamaz, ellerim kana bular bütün denizleri…”der Shakespeare, bense samimi bir yağmuru bekliyorum hala. Belki denizler değil, bir gülümseyiş ile başlayan yağmur yıkar benim kalemimdeki renklerin kanını da…
“Tam da ihtiyacın olduğunda seni kurtaranın ismini mi soluyorsun
ve tadı sana açgözlülüğünü hatırlatsın diye suçluluğu mu tadıyorsun?”*
İmaların, kinayelerin ve hastalıklı öngörülerinin sonucu, ayakta kalamayacak hale gelene kadar tüm bu karmaşada, …içimde yağmak üzere olan o yağmuru besle… yoksa paslı bir karnaval kalacak geride. Bunların hepsi bir oyun kaçış, gerçek renkler kanarken...hepsi bu yakışıksızlığın ve ihtiyacımız olmayan şeylerin adının altında bize hiç bir felaketin dokunamayacağı günlerin özlemini soluyorum.
Samimiyetsizliklerin ve samimiyetsizlerin ortamında bir insan ne kadar samimi kalır onu bilemem. Ama bilirim ki sebebi olmayan hiçbir parçacık bir diğerinin yörüngesine giren hiçbir parçacığı itmez. Milyar yıldır birbirine çarpmadan, aynı yörüngede dolanıp duran çekirdek parçacıkları, nükleer bir patlamadan korktukları için birbirlerine çarpmadan, etrafından dolanıp geçer giderler. Ne olacak peki, nükleer bir patlama mı? Evet sanırım öyle, dünyanın yanıp yıkılmasını bekliyoruz…
İçimdeki o yağmuru besle..besle ki aksın o hastalıklı kan..Tuzlu suyun yarattığı o ekşimsi berrak tat tüm hücrelerime yayılsın, havanın ılıklığı, gökyüzünün maviliği, toprağın olgunluğu yıkasın içimi. Savaşa gitmiyoruz ki mesafeleri hesab eden zırhlarımız olsun üzerimizde. Kendi yarınım ile bilediğim bıçağımı kimseye değil yalnız kendime saklıyorum ben.
Tanrı rolünü oynayan kralların, bir gün acınacak soytarılara döndüğünü günleri gördüm ben. Kendi yalnızlıklarını, yanlışlıklarıyla açtıkları yaraları oynaya oynaya kanattıklarını gördüm. Ne tanrılıkları kurtardı onları kendi sonlarından; ne de son anlarındaki soytarılıkları. Hepsi ördükleri duvarlarının arkasında, tanrılıklarını kaybetme korkusuyla, silinip gittiler. Ne göze alabildiler, ne göze alınabildiler, kendi sırça köşklerinde, buyurgan bir eda ile samimiyetsizliklerinin üzerine samimiyet bekleyerek silinip gittiler ve dünya yanarken, samimiyetsiz duruşların peşi sıra, karanlık bir koridorda öylece yürüyüp gitmek istemiyorum.
Kötü sözler dolanıyor dilimin  ucunda günlerdir. Günlerdir, usul, aydınlık bir yağmur yağsın da o sözler yağmura karışıp gitsin diye bekliyorum tanrının ellerinde. İçimde yağacak o yağmur beslensin ki temizlensin kalemimin ucundaki kan.