“sen seç kendine bir hayat
ve öylesine yaşa,
nasılsa
kaldığın yerden vurgun sürdürür
ve hep bak kendine
birörnek aynalara asi bir suret bırak
baktıkça gözlerin
kendini öldürür...”
M.M.
Susuyorum. Susarak büyütüyorum içimdeki ölüleri. İçimdeki
ışıkla bilediğim, çeliğine gözyaşıyla su verdiğim kör bıçaklar, benden
başkasını kesmiyor. İlk ve son kez kandan alıyor mürekkebini kalemim. Bazıları
azalarak, kendini azaltarak ilerliyor.
Kazanarak değil, yiterek ilerliyor.
Yite yite, kendinin sonuna geldi mi insan yeniden görür
aynalarda azalan suretini.
İki kanayan yara gibi dikilir insanın karşısına iki düşman. Bir
söyledikleri, bir de asla söyleyemedikleri. İkisi yorar birbirini.
Azalır senfoni….
Kırılır bir yerlerde yarımlıklarla beslenen umutlar. Kırılır
bir yerlerde acımasızlığın göbek adı, ağzımızda buruk anıların şarap kokusu,
süpürür herşeyi birer birer.
Ben kendimi en onulmaz dar ağaçlarında astım ruhumdan.
Binlerce kere dönüp baktım kendime, kimsenin üzülmediğini gördüğümde, dedim ki; neye yarar içindeki acı, neye yarar içinde taşıdığın yük. Dünyanın derdine bu
kadar kendini kaptırmış yeşil gözlü bir çocuk, kendi yarasından başkasını
göremez oldu. Örselenmiş, hoyrat davranılmış
ve acımasızlıkla karartılmış bir ömür.
Azalır senfoni…
Sessizlikle azalır, acımasızlıkla.
Artık heyecanlandırmıyor, uykusuz gözlerle sırtını bir şehre
dönen çocuğu, bir yerlerde bizi beklediğini sandığımız rüyalar. Eskidi içimle
birlikte büyüttüğün o kocaman boşluk. Şarkı bitti.
Ve azaldı senfoni…
Bu vakitten sonra dilediğim günler gelse neye yarar. Eski fenerler, eski gemilerle; eski limanlarda çürümeye bırakıldı, büyük şilepler gibi, paslı
ve delik deşik. O fener söndü, gemi
cesedini vurdu suyun yüzüne. Kimse üzülmedi, kimse.
Akşamların geç geldiği bu Haziran günlerinde bol ışıklı
yazılarla suyun yüzüne vursaydı yüreğim. Kırgınlıklar, kırılganlıklar bu kadar
söze rağmen kelimelerin arkasına saklanmasaydı. Öfkenin ardına saklanmasaydı,
vurgun yiyen dip balıkları gibi vursaydı suyun yüzüne, çözülseydi ve kalmasaydı
geriye bir tek kelime bile. Bitseydi.
Bitiyor velakin açıktır azaldı senfoni…
Azaldı kalbim.
Ve bütün iyi niyetim... Acıyla, göz yaşıyla, acımasızlıkla….
Azalıyor senfoni.
Dünyadaki tüm kırgınlıkların adına, kalbine gelen
yansımalarıyla bir ses, tek bir sesti esirgenen. Ben de bir yemin ettim, suskunluk
yemini de değildi ettiğim. Yüreğimdeki ve bedenimdeki yaralar adına, kelimelerimin
ardına saklandım ve dedim ki: “Bir daha yüreğini kimseye açma.”
Şimdi bakıyorum kendime, daha dört mevsimden bile geçmemiş
arkadaşlıklar, kırk mevsimden geçmiş aşklar, sırf birbirini yormasın diye bütün
bunlar, içinde yok olduğum hayatlar. Kırmamak adına kırdıklarım, sevmemek adına
delicesine sevdiklerim. Neye yarar?
Azaldık, yiterek ilerledik ruhum.
Kutsanmak değildi de derdimiz, yarası sırtımıza vuruldu. Vurulduk,
düştük, görmedik ama sevdik. Bütün o insanların çirkin gözlerinden, yargılayan
sözlerinden uzak, eski bir limanda çok uzak bir iklimde sevdik.
Anlaşılamadı. Bildim, ruh, yalnızca yordu
kendini. Daha çok öfkelendi, daha şiddetli esti, dağıttı her şeyi. Aynı sonda
ilerledik.
Ve azaldı senfoni.
Her sustuğumuzda daha çok azaldı.
Her gördüğümüzde yaralarımızı, daha çok azaldı.
Yaralı hayvanlar gibi çırpınıp durduk içimizde ördüğümüz kalelerde.
Duvarlar yıkıldı, kırdık ve kırıldık.
Azaldı senfoni…