16 Haz 2012

AZALAN SENFONİ


“sen seç kendine bir hayat 

ve öylesine yaşa, 
nasılsa 
kaldığın yerden vurgun sürdürür 
ve hep bak kendine 
birörnek aynalara asi bir suret bırak 
baktıkça gözlerin 

kendini öldürür...”
M.M.
Susuyorum. Susarak büyütüyorum içimdeki ölüleri. İçimdeki ışıkla bilediğim, çeliğine gözyaşıyla su verdiğim kör bıçaklar, benden başkasını kesmiyor. İlk ve son kez kandan alıyor mürekkebini kalemim. Bazıları azalarak, kendini azaltarak ilerliyor.

Kazanarak değil, yiterek ilerliyor.

Yite yite, kendinin sonuna geldi mi insan yeniden görür aynalarda azalan suretini.
İki kanayan yara gibi dikilir insanın karşısına iki düşman. Bir söyledikleri, bir de asla söyleyemedikleri. İkisi yorar birbirini.

Azalır senfoni….
Kırılır bir yerlerde yarımlıklarla beslenen umutlar. Kırılır bir yerlerde acımasızlığın göbek adı, ağzımızda buruk anıların şarap kokusu, süpürür herşeyi birer birer.

Ben kendimi en onulmaz dar ağaçlarında astım ruhumdan. Binlerce kere dönüp baktım kendime, kimsenin üzülmediğini gördüğümde, dedim ki; neye yarar içindeki acı, neye yarar içinde taşıdığın yük. Dünyanın derdine bu kadar kendini kaptırmış yeşil gözlü bir çocuk, kendi yarasından başkasını göremez oldu.  Örselenmiş, hoyrat davranılmış ve acımasızlıkla karartılmış bir ömür.

Azalır senfoni…
Sessizlikle azalır, acımasızlıkla.

Artık heyecanlandırmıyor, uykusuz gözlerle sırtını bir şehre dönen çocuğu, bir yerlerde bizi beklediğini sandığımız rüyalar. Eskidi içimle birlikte büyüttüğün o kocaman boşluk. Şarkı bitti.

Ve azaldı senfoni…
Gündelik hayatın telaşında, eski neşesini tadamayacak kalbim bir daha.

Bu vakitten sonra dilediğim günler gelse neye yarar. Eski fenerler, eski gemilerle; eski limanlarda çürümeye bırakıldı, büyük şilepler gibi, paslı ve delik deşik.  O fener söndü, gemi cesedini vurdu suyun yüzüne. Kimse üzülmedi, kimse.

Akşamların geç geldiği bu Haziran günlerinde bol ışıklı yazılarla suyun yüzüne vursaydı yüreğim. Kırgınlıklar, kırılganlıklar bu kadar söze rağmen kelimelerin arkasına saklanmasaydı. Öfkenin ardına saklanmasaydı, vurgun yiyen dip balıkları gibi vursaydı suyun yüzüne, çözülseydi ve kalmasaydı geriye bir tek kelime bile. Bitseydi.

Bitiyor velakin açıktır azaldı senfoni…
Azaldı kalbim.
Ve bütün iyi niyetim... Acıyla, göz yaşıyla, acımasızlıkla….
Azalıyor senfoni.

Dünyadaki tüm kırgınlıkların adına, kalbine gelen yansımalarıyla bir ses, tek bir sesti esirgenen. Ben de bir yemin ettim, suskunluk yemini de değildi ettiğim. Yüreğimdeki ve bedenimdeki yaralar adına, kelimelerimin ardına saklandım ve dedim ki: “Bir daha yüreğini kimseye açma.”

Şimdi bakıyorum kendime, daha dört mevsimden bile geçmemiş arkadaşlıklar, kırk mevsimden geçmiş aşklar, sırf birbirini yormasın diye bütün bunlar, içinde yok olduğum hayatlar. Kırmamak adına kırdıklarım, sevmemek adına delicesine sevdiklerim. Neye yarar?

Azaldı senfoni…
Azaldık, yiterek ilerledik ruhum. 

Kutsanmak değildi de derdimiz, yarası sırtımıza vuruldu. Vurulduk, düştük, görmedik ama sevdik. Bütün o insanların çirkin gözlerinden, yargılayan sözlerinden uzak, eski bir limanda çok uzak bir iklimde sevdik.

Anlaşılamadı. Bildim, ruh, yalnızca yordu kendini. Daha çok öfkelendi, daha şiddetli esti, dağıttı her şeyi. Aynı sonda ilerledik.


Ve azaldı senfoni.
Her sustuğumuzda daha çok azaldı.
Her gördüğümüzde yaralarımızı, daha çok azaldı.
Yaralı hayvanlar gibi çırpınıp durduk içimizde ördüğümüz kalelerde.
Duvarlar yıkıldı, kırdık ve kırıldık.
Azaldı senfoni…

Hala varsa eğer, bu yazı da duyabilen herkese yazıldı.