24 Oca 2011

PASLI BİR KARNAVAL

"I'd stay the hand of god, but the war is on your lip,
I choose the way to go, but the road won't set me free
The day will die tonight and there ain't no exception,
We shouldn't wait for nothing to wait for,
Our time is waiting right outside your door
And maybe tomarrow is a better day"

Kötü sözler dolanıyor dilimin ucunda günlerdir. Günlerdir, usul, aydınlık bir yağmur yağsın da o sözler yağmura karışıp gitsin diye bekliyorum. Kötü müsveddelere ayrık şiirler karalıyorum. Anlayacağınız artık sabrımın sınırlarında dolanıyorum.
Paslı bir hatıratın arasından görüntüler çıkıp çıkıp geliyor yanıma günlerdir. İçinde bir kişilik yer boşalan bir hikaye yazıyorum, öznesini kendime yoruyorum, yüklemi oluyorum. Yüklemini bir başkasına yoruyorum, nesnesi ben oluyorum. Bunların hepsi içimde gizlenmiş o yağmuru geciktirmekten başka bir işe yaramıyor. Ertelenen her an aslında, bir başkasının hesabına yazılıyor.
Bir gülümseme, dostça bir dokunuş, ya da hatır soran içten bir kelime aslında yağmur misali tüm izleri siler. Ne sitemdir bunun adı ne ahde vefa.. Ne iyiliğimi gördünüz ki, vefanızı ölçeyim, ne kötülüğümü gördünüz ki öfkenizi biçeyim. Ne kendi karanlığımla bir başkasını yormaktır niyetim, ne başkasının karanlığında kendimi yormak.
Renkler kanadığında ben orada değildim. Görmedim mavinin daha önce bu kadar güzel olabildiğini, kahverengiyi silik bir renk olarak bilirdim,  aciz bir resmiyet çabası içinde içerisinde bütün renkler kanar oysa ki.. Tanrı rolüne soyunup, insanları kendi renklerinden güzelliğinden soğutanları tanıdım da hiç bu kadar baskın bir griyi daha önce görmedim.
“Tanrıyı ve insanları deneme” der ünlü bir filozof. Hele de tanrı kadar yalnız olanları.
Günlerdir kalemime kan dolanıyor da sabredemiyorum bir türlü. Bir yağmur yağsa da, mürekkebini kandan alan kalemimi yıkayıp, kendi sessizliğine bulasın istiyorum. Birileri o yağmuru tebessümleriyle çağırsın istiyorum. “Poseidon’un o denizleri, yıkayabilir mi ellerimi, yıkayamaz, ellerim kana bular bütün denizleri…”der Shakespeare, bense samimi bir yağmuru bekliyorum hala. Belki denizler değil, bir gülümseyiş ile başlayan yağmur yıkar benim kalemimdeki renklerin kanını da…
“Tam da ihtiyacın olduğunda seni kurtaranın ismini mi soluyorsun
ve tadı sana açgözlülüğünü hatırlatsın diye suçluluğu mu tadıyorsun?”*
İmaların, kinayelerin ve hastalıklı öngörülerinin sonucu, ayakta kalamayacak hale gelene kadar tüm bu karmaşada, …içimde yağmak üzere olan o yağmuru besle… yoksa paslı bir karnaval kalacak geride. Bunların hepsi bir oyun kaçış, gerçek renkler kanarken...hepsi bu yakışıksızlığın ve ihtiyacımız olmayan şeylerin adının altında bize hiç bir felaketin dokunamayacağı günlerin özlemini soluyorum.
Samimiyetsizliklerin ve samimiyetsizlerin ortamında bir insan ne kadar samimi kalır onu bilemem. Ama bilirim ki sebebi olmayan hiçbir parçacık bir diğerinin yörüngesine giren hiçbir parçacığı itmez. Milyar yıldır birbirine çarpmadan, aynı yörüngede dolanıp duran çekirdek parçacıkları, nükleer bir patlamadan korktukları için birbirlerine çarpmadan, etrafından dolanıp geçer giderler. Ne olacak peki, nükleer bir patlama mı? Evet sanırım öyle, dünyanın yanıp yıkılmasını bekliyoruz…
İçimdeki o yağmuru besle..besle ki aksın o hastalıklı kan..Tuzlu suyun yarattığı o ekşimsi berrak tat tüm hücrelerime yayılsın, havanın ılıklığı, gökyüzünün maviliği, toprağın olgunluğu yıkasın içimi. Savaşa gitmiyoruz ki mesafeleri hesab eden zırhlarımız olsun üzerimizde. Kendi yarınım ile bilediğim bıçağımı kimseye değil yalnız kendime saklıyorum ben.
Tanrı rolünü oynayan kralların, bir gün acınacak soytarılara döndüğünü günleri gördüm ben. Kendi yalnızlıklarını, yanlışlıklarıyla açtıkları yaraları oynaya oynaya kanattıklarını gördüm. Ne tanrılıkları kurtardı onları kendi sonlarından; ne de son anlarındaki soytarılıkları. Hepsi ördükleri duvarlarının arkasında, tanrılıklarını kaybetme korkusuyla, silinip gittiler. Ne göze alabildiler, ne göze alınabildiler, kendi sırça köşklerinde, buyurgan bir eda ile samimiyetsizliklerinin üzerine samimiyet bekleyerek silinip gittiler ve dünya yanarken, samimiyetsiz duruşların peşi sıra, karanlık bir koridorda öylece yürüyüp gitmek istemiyorum.
Kötü sözler dolanıyor dilimin  ucunda günlerdir. Günlerdir, usul, aydınlık bir yağmur yağsın da o sözler yağmura karışıp gitsin diye bekliyorum tanrının ellerinde. İçimde yağacak o yağmur beslensin ki temizlensin kalemimin ucundaki kan.