19 Nis 2012

RÜZGAR'A YAZILAN...


“Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgar!
Benim artık yalnız sana itimadım var.” 
Sabahattin Ali

Göğün bağrından kopup gelen bir feryatsın, önünde duramıyor toprak… Güneş gizlemiş kendini bulutların arkasına da dalgın dalgın, seyreyliyor âlemi. Kokusunu, ümidini, getir de dört bir âlemin, hiddetini kendine sakla, hülasa yeterince hiddet var dünyada.

Acınası bir mevsimdir gelip geçiyor ömrümüzden, ne esen yelde, ne günde güneşte, adını sakladım denizlerin diplerine, dip balıkları gibi vurgun, yedik, su yüzüne çıktığımızda dönüp de bakan olmadı. Bir denizcinin şarkısından aldım selamını rüzgar…

Es, es de götür bütün acı hikayeleri ömrümüzden, bir laleler hatırlasın bizi, nazlı bir mevsimde, çeliğine su yürüyen, güzelliğini göstermeye ürkek utangaç laleler..Rengi sarı olsun. Belli ki bir yağmur damlası kadar hatırımız kalmayacak âlemde.

Dök içini, yerinde yeller essin, yoğun bakıma alsınlar gözlerimizi, edilmemiş iki çift kelamın da boynu bükük kalsın. Rüzgâra anlattım, hiç de ayaküstü yaşanmamış hikayelerimi, ömrümden olanı ardımda bırakacağım, az kaldı. Her şehir bizden habersiz yazar kendi kaderini, yaşaması insanlarının payına düşer.

Kocaman zamanlarımızın ortasında, meşguliyetlerimiz yüzünden zamansız kalalım. Zaman kayıplarından kaybettik ömrümüzü, bilemedik belki zamanı değerli kılanın, ona anlam biçip, saatlere dakikalara bölenin de yine insan olduğunu. Zaman insandan zerre haberdar değil. Soğuk buzdan bir kapı gibi zaman, üzerimizde öylece kilitli kalan.

Bilirsin, çok dinledin de tekrarlara girdi hep. Biz birbirine uzak, birbirine hasret ama asla “bir” olmayan ve belki de olamayacak olan, porselen bebekler gibi, zamanın bir köşesinde eskimeye bırakıldık. Kırılmaktan sakındık, kırmaktan sakındık, yıllar oldu da konuşmadık, buzdan bir kapı gibi bizimde üzerimize kilitli kaldı zaman.

Kaç insan tanıdın hayatında, sadece bir kişi mutlu olsun diye kendini silmeye bu kadar gönüllü olan? Kaç yıl oldu sahi, rüzgâra verip de ruhumu, hiç bilemeden kendimi unuttuğumu, ben de hatırlamıyorum…

Zaman mefhumu yok benim lügatımda, görüyorsun, o sebepten bir “kayıp” da yok. Hayatta kaybedecekleri için zamanı sahiplenenlere imrenerek baktım hep.  Dondurabilseydim eğer, tek bir anı dondurmak isterdim ömrümde, tek bir kare… Olmadı, olmayacak da biliyorsun.

Uykularımı götür rüzgâr, canım yana yana, “can”ımdan olanı da katıp yanıma, gidiyorum bu sefer. Birbirini göremeyecek olduktan sonra, ne fark eder, ha bir sokak, ha kilometreler…

Canımı yakmadan, es, geç yanımdan, “can”ıma dokunmadan geç, acıtmadan, yeni açmaya yüz tutmuş bahar dallarını kırmadan geç.. Zira bu yaz ayrılığın ilk yazı olacak, hiç “bir” olamayanların ayrı-lığının ilk yazı olacak…

Üzüntüm nedir bilir misin, kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden yaşayıp gidecek. Uzun zamandır beklenen bir yola çıkarken, ayrılırken bu şehirden, belki de yaşanabilecek en güzel hikâyeyi arkamda bırakırken, gizli gizli ettiğim vedayı bilmeyecek. Ardından uzun uzun bakılan bir gidişim yada bir gelişim  de olmayacak bir daha…yüreğime soktuğu hançeri içimde bir daha döndüremeyecek, bakışlarıyla, duruşlarıyla ve sessizliğiyle bunu bir daha yapamayacak.

Upuzun yollar girecek araya…
Unutulacağız, zaman bizi unutacak…

Zira Bizans eskisi, hafif meşrep, iskeleti kırık, yarası bozuk bir şehirde, denizin kalbinin ortasındayken de tam, “habersiz”, “sessiz” ve “uzak” olmak ve ansızın fark etmek yalnızlığımı ağır olacak, biliyorum.. kurşun gibi ağır yollar tutsak ediyor bizi şehirlere,  apanıyor şehirlerin kapıları bir bir, hele de geceleri… Geceleri, uyuyamadığım kadar olsun uykusu…

Sen ardını dönüp-de gitmezsin bana rüzgâr, yalnız başına kalakalmalardan çok acıdı bu kalp. Çıkar-ımsız sevdi insanları, o yüzden çok hırpalandı. İnsanların acımasızlığından kan içinde kaldı. En güvendikleri, en acımasız hikâyesini yazanlardı.
Hiddetlenme o yüzden, karşında kim var bilmek istedin madem diyeyim, çiçekleri nisan karlarının altında can veren bir bahar dalını kırma… Zira yakındır gidişi, istemese de başka bir kentte, başka bir mevsimde açacak…
Gidişi, suskun, yaralı ve biraz kırgın olacak…
Ardında “can”ını bıraktığını sanacak ama canı saydığının, canından can kopmayacak, üzülmeyecek bile belki… üzülse de hem demeyecek…

Ne sana anlatacak derdini rüzgar, ne bana..
Benim itimadım bir tek sana, bil ki yollarda azalacağım…

O çok sevdiğim şairin, o çok sevdiğim şiirindeki gibi:

“müjdesi olmayan yol 
 sonunu bildiğin kader,
 bile bile git 
 kimi ferman yollarda azalır”  M.M.