Toprağın öz suyu, kendine doygun, yeni yeni filizlenmeye
başlayan bir başlangıca haber veriyor. Simli tozlar yağıyor gökten, beyaz
çiçekli bir mevsimi haber veriyor, tabiatın o rengarenk dokusu, canlanmanın habercisi
gibi ılık bir rahia bırakıyor kalplere..Soğuk karşısında insanın acizliği ılık
bir meltem rüzgarına hasret, aç gözlerle bekliyor, dünya kendine dönüyor.
Badem ağaçları telaşlı bir hazırlıkta, çiçek açacakları
mevsime gülümseyerek bakıyor.
Tabiatın o beyaz senfonisi, yeni baştan yazıyor öyküleri.

Kan damardan daha hızlı akıyor, daha heyecanlı, daha
devingen ve daha istekli, yeni olana aç yürekler bu beyaz senfoniyi dinliyor ve
bekliyor sabırla tabiatın cömert kollarını..
Geceler kısalıyor, karanlık daha az yer kaplıyor artık zaman
içinde..
Güneş insanın yüzünü yakıyor, bereketli doğa filiz veriyor
topraktan, çoğalıyor, kalabalıklaşıyor, cümle mahlukat yavaş yavaş çıkıyor arz
üzerine. O siyah yalnızlık beyaz bir kalabalığa dönüşüyor.

Güney kentleri daha erken karşılıyor bu senfoniyi,
kuzeydekiler ise bekliyor sırasını…
Bitmeyen bir sukutla hayatının mükâfatını bekleyenler,
sonunda muradına eriyor.
Her gece nasıl sabaha eriyorsa, her kışın sonu da eninde
sonunda bahara çıkıyor…
Her baharı kendine has bir rengi vardır. Bu baharın rengi
beyaz. Kara kışlardan çok çektiği için belki de..
Nasıl yaşıyorsun kendi baharını ?
Siyah bir mevsimde artakalan bedenini sürüklerken,
şehirlerden şehirlere kurtulabiliyor musun kendinden?
Bak beyaz bir senfoni sürüp gidiyor dışarıda…diyeceğim odur
ki bunca harf yığınından sonra; sadece “yaşa”…doya doya yaşa…