
Sarı bir zamanın suretine yazılmış, gün ışığına bulanmış, ay
parçası, gündüz yıldızı bir öğleden sonra. Buğulu bir çiçek kokusu rüzgarın
eteklerinde, neşeli bir yaz gününden bir yaz gecesine geçmeye hazırlanan yangın
yeri misali bir gökyüzü…
Kışa dair tüm kırgınlıkları unutmuş, bütün yaralarını
sarmış, kendini yeniden yaratmış yeryüzünün bağrında bir papatya tarlası uzanıp
gidiyor. Aydınlık bir yol kenarı, buğulu bir sıcak.
Bütün kış toprağın altında sabırla bekleyen papatyalar neşeli
kahkahalarla rüzgarla oynaşıyor, alabildiğine
uzanıyor göğün altında sapsarı bir renk, nerede bittiğini kestiremiyorum. Kendine
dargın gözlere iyi gelen, bütün yaşanmışlıkları ısrarla unutturan bir aşkın
içinde aynı tutkuyla açan sarı papatyalar.
Pek bir gönülsüz yanaşan, sonra yaktığı yere dönüp bakmaya
tenezzül dahi etmeyen hercai menekşelere inat ayakta duran boynunu bükmeden,
bağrını güneşe açan, cesur papatyalar.
Sarı sapsarı bir rüyanın içinde, güneşin koynunda fısıldaşıp
duruyorlar. Öyle etrafı izliyorum, bulunduğum yüksekçe bir yerden.
İnsanın tenini yakıp kavuran güneş kadar sarı saçlarıyla bir
kız görüyorum durduğum yerden.
Gülümsüyor papatyalara, ellerini üzerinde gezdiriyor, papatyalar
ürperiyor rüzgardan. Saçlarını savurduğunda rüzgar daha bir ahenkli esiyor. Gün
batarken, kızıla bürünürken gökyüzü bir kez daha kalbindekini düşünüyor. Bütün
kırıklıklarını ve acıyı bir kenara bırakıp, güneşin tam orta yerinde, yorgun
değil taze umutlarına bakıyor.
Bundan sonra söylenecek her sözün suya yazılan gibi boşyere
olduğunu ve olacağını biliyor… Yalanlar o sır dolu maskesinden sıyrılıp önünde
bütün çıplaklığıyla kaldığında, bütün sırları dökülüyor aynaların, mucizeler
inanan kalp eskiyor. Bundan böyle kendinden başkasına inancı kalmıyor insanın.
O da sarılıyor kendine, kollarını açıp kendini sarıyor ve
bırakıyor kendini sarı papatyaların arasına…Umursamıyor, bütün güzelliğini
güneşe veriyor. Sıcak hava ruhunu üşütmüyor ve biliyor ki üzerine kalem
oynatmaya dahi gerek olmayan ruhlara, kitabeler yazanlar asla kaybeden olmuyor.
Bencilliğinden sıyrılamamışsa insanoğlu yapacak bir şey kalmamıştır
onlar için. Üzülmek de yersizdir..Herkes kendini bilir, içindekinin değerini
kıymetini, kendinden vazgeçen bir ruh için yapacak bir şey yoktur.

Kendi yorulmuşluğunu bir yana bırakıp, severken yormadığını
ve bundan böyle de yormayacağını biliyor. Güneşe gülümsüyor. Sarı papatyaların
arasında, yalın ayak güneşe yürüyor…yanmaktan korkmadan yürüyor.
An gelir, bir yalan söyler insan kendine,unutur avutur
kendini. Vucuttaki “incinme” bile bir süre sonra toparlar da iyileştirir kendini,
acısı geçer. Korkunun krallığında üzerine alınıp yaşayanın ne duyduğunu, ne
bildiğini, neden böyle davrandığını zerre bilmeden anlamadan, iki kelamı dahi
çok görenin, selamsızlığını, acımasızlığını, küçük dünyasına tanrı olmaya
soyunanın asla kendi karşısında çıplak kalamayacağını bilerek yürüyor güneşe.
Yanmaktan korkmadan…
Omuzları, boynu terliyor sıcakta, şifon elbisesi sıcak
rüzgarda dalgalanıyor.İnsanların acımasızlıklarını, hadsizliklerini,
değersizliklerini asla anlamayacak…Sonuna kadar yaşayacak bütün tutkularını,
bütün aşklarını, kimseye aldırmadan, o kendini biliyor, başkasını anlamaya
çalışmadan…
Kötü bir söz yok içinde, bundan sonra da olmayacak.
Nefret, öfke, kızgınlık…yok.
Çünkü bunların hepsi bir insana yüklendiğinde, ömrünce
peşinde sürükler edilen ahı. Ah etmeye dahi değmezdi, değmeyecek biliyor.
Güneş o kadar sıcak, o kadar şefkatli ki onun kollarına
bırakıyor kendini. Sarı papatyalar ardında neşeli kahkahalarını bırakıyor.
Karşısında yüreğiyle
“dur”mayı ve konuşmayı beceremeyen, neye
olduğu belli olmayan öfkesiyle yanız kendini çıldırtan, neden diye soranı
yanından uzaklaştıran, uzatılan eli havada bırakan, kendi ruhunun kışında
yaşayanların hezeyanlarını taşıyamayacak kadar güzel, aydınlık ve umutlu bir
ruha sahip.
Kendini, böylesi harcayamayacak kadar seviyor güneşi,
aydınlığı ve sarı papatyaları.
İçindeki şarkının bittiğini biliyor.
Gün batıyor.
Ucu ateşe verilmiş bulutlarla yanan, kırmızı bir gökyüzünün
altında papatyalar kendine kapanıyor. Sabahı bekleyecekler, her gece yeniden
ölüp, her sabah yeniden doğacaklar. Güneş onları asla terk etmeyecek, yağmur
boyunlarını bükmeyecek ve yana yana ilerlerken güneşe biliyor ki insanoğlu asla tabiat kadar, bağışlayıcı,
affedici ve kucaklayıcı olamayacak. Bir daha aynısı asla yaşanmayacak. Bir dal
bile aynı rüzgarda iki kere sallanmaz, ötesi olmayacak.
Karşılıksız, beklentisiz ve masum bir sevgiyle bakarken sarı
papatyalar size, zulmeden zalimlerden olup da bükerseniz boynunu, neşesini
hüznünün ruhunu görmezden gelirseniz tabiatta size karşı adil ve bağışlayıcı
olmayacaktır. Elleriniz, gözleriniz ve öfkenizle hırpalarken sizi sevenleri,
yapılan haksızlık karşılıksız kalmayacak, hayat size kolay güzel ve güneşli
olmayacaktır. Güneşi görmeden, küçük dünyalar yaratıp onların içinde, biat ile
kendinizi yoracaksınız, uğruna feda etmeye kıyamadığınız her şey sizi kendi
esaretinizin çıkmazında hırpalayacaktır.
Kopartılan ve fırlatılan üç günlük sahte çiçekler gibi
harcanacak hayat. O zaman da kimse dönüp bakmayacak, kimsenin umurunda
olmayacak..
Bir zaman da umurunda olduğunuz da güneşin sıcaklığıyla,
içinde biten bir şarkı ile, güneşe dönecek yüzünü. Bütün hesaptan kitaptan,
çıkar çatışmalarından uzakta bir yerde kalbini avutacak. Yalnız kendiyle
avunacak insan, güneşin onu terk etmeyeceğini bilerek.